KÜLTÜR SANAT

Arı Cinayeti

Arı Cinayeti
Ben Akif Karaçam, 13 yaşındayım, bugün ramazanın ilk günü ve ben bir cinayet işledim. Fındık bahçesinde ısırgan ve dikenlerin kuruması için ilaç atıyordum. Sırtımda mavi, şarjlı bir tulumba, elimde bir kova ve içinde zirai ilaçlar. Her bir şişede çamaşır suyu... Daha iyi yakıyormuş otları. Kuşların ve böceklerin kendi lisanları ile konuştukları, 23 Nisan’da kendisini bizden saklayan güneşin ben buradayım dercesine ışıldadığı bir ilkbahar sabahı. Ananem 23 Nisan’da toprağa ne atarsan büyür, bugün ne bulduysak dikelim deyip, bizi o yağmur ve dolunun altında ıslattığı günün sonrası. Gece ilk sahurun heyecanı ile ne bulduysam yemiş olmalıyım ki; şimdi arkamda dingin bir şırıltı ile akan altın kuyusu dediğimiz, topraktan gelen soğuk suyun o ağır kokusuna bakmadan höpür höpür içesim geliyor.

Evet cinayet diyordum. İlaç tulumbasının tetiğine bastığımda bir bal arısının parlak sarı renkli bir çiçeğin üstünde olduğunu fark etmiştim. Fark etmiştim fark etmesine de artık çok geçti. Özenle hazırladığım ilaç arıyı büsbütün işlemişti bile. Durdum ve kendi kendime kızmaya başladım. Bir yandan da arıyı takip ediyordum. Parlak sarı renkli çiçekten can havli ile uçup 4-5 metre ötedeki koyu kırmızı bir çiçeğe kondu. İçimden "oh çok şükür yasayacak galiba "diye geçirirken arının konduğu çiçeğe doğru yaklaşıp ufak bir ayak darbesi ile arının irkilmesini sağladım. Az önce can havli ile uçan arı bu defa daha yavaş ve çelimsiz bir hamle ile hemen yan taraftaki bir yoncanın üzerine geçti. Arı için işlerin yolunda gitmediği belliydi. Sonra gözüm ilaçladığım diğer çiçeklere kaydı. Onların da üstüne arılar konup Allah'ın onlara verdiği görevi yerine getirmeye çalışıyorlardı. Ancak henüz idrak edemedikleri bir şey vardı ki ben o çiçekleri de ilaçlamıştım. İçime dehşetli bir pişmanlık, müthiş bir korku ve vicdan azabı sardı. Aklıma birden Ender Hocanın geçtiğimiz ders arılar ile ilgili söyledikleri geldi. Ender Hoca; arıların nesli ile insan neslinin bağı olduğunu ve arıların nesli tükenirse bunun insan nesli için çok ciddi bir tehdit oluşturduğundan bahsetmişti. Tulumbayı kapattım ve sırtımdan indirdim. Kendi kendime bir denklem kurdum ve ilaçladığım alanda ölecek her ari için bir insan öldürdüğümü düşündüm. Bu hayatımda hissetmediğim bir kaygıyı göğsüme saplamıştı. 

Elimde ilaçlarla eve döndüğümde, dut ağacının gölgesinde annem ile konuşan dışarıdan geldikleri kıyafetlerinden belli 3 kişi ile karşılaştım. Ellerinde genelde içinden bizim gibi insanlar için pek hayırlı şeyler çıkmayan siyah çantalar vardı. Yaklaştım, selam verdim. Annem ilaçları görünce şaşkınlıkla baktı ve " Ne oldu Akif? Tulumba mı bozuldu? Niye atmadın ilaçları? " diye soru yağmuruna tuttu. Ben biraz da içimdeki karmaşık hislerden olmalı ki gözlerim doldu ve "Arılar ölüyor anne" diyebildim. Annem anlamadı fakat yanındakilerden biri atladı söze "Arılar ölüyor diye tarlayı bakımsız bırakamayız ki değil mi? Eğer sen ilaç atmazsan daha düşük verim alırsın. Yani daha az para kazanırsın." 

- Ama Ender hocam bize dedi ki eğer arıların nesli tükenirse bizim neslimiz de tehlikeye girer.

Yandaki şık giyimli bayan atladı gülerek :

- Ya senin tarlanda ne kadar arı var ki? İlaç yüzünden ölen arılar arıların neslini tüketmeye yetmez korkma.

-İnsan nesli de bir kişi ölünce bitmez ama annem, babam ölünce kimsesiz kaldık sahipsiz kaldık diye ağladı. 

Aynı bayan "ya kıyamam“ diye bir tepki verdi. 

Annem bu gelen misafirlerin ziraatçi olduğunu, daha verimli üretim yapabilmek için bize eğitim vereceğinden bahsetti. Çeşitli eğitimler veriyorlarmış, ne zaman hangi gübreyi atacağımızdan, fındıkları hangi çuvallarda muhafaza edeceğimize kadar her şeyi söylüyorlarmış. Birde yanlarında şapka, kalem, defter, çikolata gibi hediyeler getirmişler onları ikram ettiler. 

Tam misafirler gitmeye hazırlanırken sokak kapısının hışımla açılışına dönüp baktık. Gelen Ender Hocaydı. Köydeki lojmanda kalırdı çoğu zaman. Fakat bir şeye fena halde sinirlenmiş gibiydi. Geldi ve selam verdi. Anneme dönerek "Kusura bakma Nezaket abla bu arkadaşların kendileri iyi niyetli olabilir fakat onları buraya gönderip bu projeyi yapan firma hiç iyi niyetli değil" dedi.

- Niye hocam bunlar ziraattan gelmişler öyle söylediler. Daha iyi fındık için bize eğitim vereceklermiş.

- Yok abla daha iyi fındık için değil, onların istedikleri fındık için eğitim veriyorlar. Bu İtalyan firması geçenlerde Türkiye'nin en çok fındık alımı yapan firmasını satın aldı. Şu an dünyanın fındık piyasasının yüzde 70'i bunların elinde. Kafalarına göre rekolte açıklayıp fiyat verebilecekler. Ama bu onlara yetmiyor tabi. İstiyorlar ki köylü aynı büyük şehirlerde fabrikada çalışan işçiler gibi kendi tarlalarında bu firmaya çalışsınlar. Senin toprağını onların istediği gibi kullan, ıslah et. Onların dediği ilacı, gübreyi kullan. Sonra her çiftçinin tarlasının, evinin kapısında şu karşıdaki Mehmet abi gibi "Bu işletmede bilmem kimin değerli tarım uygulaması yapılmaktadır" tabelası asılsın. Bu arkadaşların şahsına bir şey demiyorum. Bunlarda mağdur zira devlet okuyun üniversite mezunu olun diyor. Bu arkadaşlarda vatana millete katkımız olur diye ziraat mühendisliği okumuşlar. Ama atama yok, bilimsel çalışma alanı yok, ar-ge yok. İşte bu büyük firma da gelin size iş vereyim diyor ve alıyorlar bunları sizin karşınıza getiriyor. Bu arkadaşlarında başka çareleri yok. Artık devletler toprakları savaşarak almıyor, yöntem değişti, dünya değişti. Böyle özel şirketler geliyor ve usul usul topraklarımıza çöküyorlar. Yapmayın 300 kilo fındık için değmez. Elbet bir gün size hakikaten sizin için yardım edecek mühendisler gelecektir. Al işte Akif var burada aslanlar gibi. 

Herkes biraz sessiz bekledikten sonra ben dayanamayıp hocam dedim ben bugün bir cinayet işledim, arıları öldürdüm.

YAZAR HAKKINDA
Ersin Baş
Ersin Baş
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN