FİKRİYAT

Zamanı Anlayabilmek Ya Da Zamanda Yaşayabilmek

Zamanı Anlayabilmek Ya Da Zamanda Yaşayabilmek


Bu dünyada bir başlangıç ve son arasında yaşamımızı sürdürüyoruz. Bu başlangıç ve son arasında bizi alıp götüren şeye de ömür adını veriyoruz. Ömür dediğimiz şeyin bir süreç olduğunu göz önüne alınca, bizden önce de sonra da devam eden muğlaklığa ise zaman diyoruz. Çünkü zamanı anlamlandırabilmek, onu net bir şekilde tanımlayarak zihnimizde somutlaştırabilmek oldukça zordur. Bunun sebebi zamanın bizi aşıyor olması, bizim ise zaman içerisinde sadece bir parçalık kısımda yer kaplayan zerreler olarak gelip geçmemizdir.

Zaman, içerisinde bir belirsizlik taşır. Dün, bugün ve yarın arasında zihnimizde kalan sadece dün ve bugün olmakla birlikte; yarına dair kurulan düşler, arzular ve beklentiler de bizi, belirsiz bir geleceğe yöneltir. İnsan, zamanı durdurmak, en azından yavaşlatmak istese de zaman hep akmaya devam eder. Sadece onun rüzgârına kapılmış bir yaprak gibi olsa da insan, yaşadığı süre boyunca, en azından hoş bir sada bırakmak, varlığının bilincinde olarak zamanı en iyi şekilde değerlendirmek ister.

Zamanı tanımlamak, tarih boyunca birçok filozof ve düşünür için en önemli meselelerden birisi olmuş; çeşitli tanımlar yapılmaya çalışıldıysa da hiçbiri insanlığı tam anlamıyla tatmin etmemiştir. Çünkü elle tutup gözle göremediğimiz soyut bir varlık olan zamanı, insanoğlu ancak kendi üzerindeki etkisiyle fark edebilmektedir. Kendisine ve çevresine baktığında değişim gözlemleyen insan, zamanın bir hareket ve değişim içerdiğini görür. Nitekim kimi filozoflar zamanı, hareketin soyutlanması şeklinde; kimisi de zamanı bölünebilen en küçük noktaya kadar götürüp “lahza” adı verilen sonsuz sayıdaki soyutluğun bir araya gelmesiyle tanımlamıştır. Zamana dair bu tanımlar, bizlere sadece birer fikir vermekte olup meseleye netlik kazandıramamaktadır. Dolayısıyla zamana dair insan zihnindeki algılar farklılık arz etmiş ve çeşitli felsefi, dinsel ya da mistik görüşlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Zamanı dairesel ya da döngüsel bir şekilde ele alan Hint felsefesi, dini ve mistik yapıları, insan bilincinin bu döngüde sürekli bir devir içerisinde olduğu inancını geliştirmişlerdir. İnsanın bedensel olarak ölümü gerçekleşse dahi farklı bir beden, mekân ve zaman diliminde yeniden bir sürece gireceğine dair inançlar mevcuttur. Uzakdoğu ve Hint felsefelerinde bu tarz mistik görüşlerin, insanın anlam arayışı ve varlığa dair sorgulamaları neticesinde ortaya çıkan dini ve mistik temelli cevaplar olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü insan, içinde yaşadığı zamanda, elinden hiçbir şey gelmeden kendi sonuna doğru ilerlerken; bunun nedenini anlamak, hayatındaki ilerleme ve değişmenin bir anlamının olup olmadığını bilmek ister. İnsan, doğası gereği bu arayış ve soruşturmalarını sürdürürken, kendi içinde yaşadığı kültürü ve dini yapıyı referans alarak düşünce dünyasını zenginleştirir ve kendisini tatmin edecek cevabı bulmak için uğraşmaya devam eder. Batı dünyasındaki farklı fikirleri de bu çerçevede ele aldığımızda çeşitli cevapların olduğunu görürüz. Dinsel görüş açısından, “sonraki yaşam” inanışı var olsa da zamanın varlığı ile insan varlığı arasında kurulan ilişki, zamanın bir başlangıcının olup olmadığı, eğer başlangıcı varsa sonunun olup olmadığı, başlangıç ve sonu varsa zamanın öncesinde ne olduğu, zamanı aşmanın mümkün olup olmadığı, zamanı var edenin ne olduğu, zamanı var edenin nasıl bir varlık olduğu gibi birçok soru cevaplanmayı beklemektedir. Bu sorulara verilen cevaplarla birlikte farklı görüşler de ortaya çıkmıştır. Zamanın içinde var olmayı ve yok olmayı kabul edenler daha maddeci bir anlayışa sahipken, zamanın ötesini arayanlar için daha çok dini yaklaşımlar ve onların benimsenmesi söz konusu olmuştur. Tabii bu dini görüşlerin benimsenmesi, sorulan sorulara net cevapların verilememesi nedeniyle ortaya çıkan bir bağlanma, kabul etme ve koşulsuz inanma biçiminde olmuştur. Çünkü sınırlı bir süre içerisinde var olan, sonra ise hükmünü yitiren insan aklı; zamanın ötesini, zamansızlığı ve sonsuzluğu idrak etmede oldukça aciz kalmaktadır. 

Çeşitli bilimsel araştırmalara göre de zamana dair çeşitli görüşler mevcuttur. Buna göre, zamanın büyük patlama ile birlikte var olduğu, sürekli genişleyen evrenle birlikte varlığını sürdürdüğü ve sonunda yeniden yok olacağı dile getirilir. Evren içerisinde insanın konumu göz önüne alındığında, dehşete kapılmamak elde değildir. Çünkü sonradan var olan bir evren ve zaman, onun öncesinde mutlak yokluğun ve zamansızlığın nasıl olup da varlığa çıkabildiği konusunda insanlığı çelişkiye düşürerek, zamanın ve evrenin bir başlatıcısı, onu var eden bir gücün, zaman dışı ve sürekli var olan bir mutlak varlığın olması yönünde insanı düşündürmektedir. Bunun yanında farklı bilimsel araştırmalarda da zamana dair çeşitli görüşlerden bahsedilmektedir. Çünkü insanın varlığı, aklı, iradesi ve aynı zamanda ahlaki bir yapısı olduğu müddetçe, insan her zaman daha net ve kendisini tatmin edecek cevaplar arayacak, sorular sormaya devam edecektir. Ne olursa olsun bir muamma olan zaman kavramı, insanın bu dünyada geçirdiği süreyi temsil etmesinin yanı sıra; kendi varlığını bilmesi, ahlaki tavır ve davranışlarıyla dünyayı güzelleştirmeye çalışması, zamanın ne olduğunu anlamanın yanında “Zaman içerisinde ne yapılmalı?” sorusunun da cevabını verecektir. Çünkü bizler, zamanı düşündüğümüzde de; zaman içerisinde eylemlerimizi sürdürdüğümüzde de akıp gidiyor. Zamanın ontolojik olarak ne olduğunu düşünmek yerine, zamanın içerisinde fonksiyonel olarak bizler ne yapabiliriz, ne yaparsak zamanın akıp giden süreci içerisinde varlığımıza anlam katabiliriz diye düşünmek, insanın bilinç dünyasında ahlaki bünyesinin kemale ermesini daha mümkün ve dünya içerisindeki varlığında özünü daha mutmain kılacaktır.

YAZAR HAKKINDA
Mehmet Emin Mertoğlu
Mehmet Emin Mertoğlu
Genç İstikbal Dergisi Yazarı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN